26 Aralık 2017 Salı

Yolları Özlemek...

Acayip yaşlar bunlar...
Toy değilsin, yaşlı değilsin, olgunsun ama olmayasın var. Olmama ihtimalin yok. Arafın köprüden önceki son çıkışı gibi bir şey...
Yıllar önce beni Türkiyeye getiren dış ticaret şirketinden koşarcasına kaçmıştım.Valizi kapının arkasında yaşar olmaktan sıkılmıştım. Bir sürü şehirlerde yalnız başına dolanmaktan daralmıştım.
Hiç bilmediğim ülkelerde doğum günlerimi tek başına kutlamak ruhumu acıtmıştı bir süre sonra. Yerleşik bir hayata geçme, monoton yaşama kavuşma özlemiyle yanıp tutuşuyordum. Etrafımdaki insanlardan, ailemden uzaklaşmıştım. Bayramlarda üç gün sonra etrafımı algılıyordum. Yorgundum yani.
Neyse gönlümden geçen, hayatın bana eninde sonunda verme gibi bir alışkanlığı var... İstemeyi bilmediğimde o da bir şey veremiyor doğal olarak. Hayatın bekleme zamanlarını böyle açıkladım sonunda. Yoksa duası kabul gören şanslı insanlardanım yani:)))

Çok uzun yıllar sonra, monoton hayat dileğim kabul olduktan sonra yani, hayat ben istemeden bana köprüden önce son çıkış tabelasını gösterme kararı aldı.
Bir vesile ile, bir iş için yollara düşmem gerekti. Erkekler ne şanslılar. Nasılsa çocuklara bakan birileri var, yap programını bas git. Biz kadınlar için üç takla değerindeki bir hamle bu. Tüm organizasyonlar yapıldıktan ve uçak korkum yüzünden otobüs biletim alındıktan sonra düştüm yollara. Küçümsemeyin, otobüs bileti uçak biletiyle aynı maliyet. Hatta daha fazla bile denilebilir. Mesele uçak korkusu. 24 saatin tam on altı buçuk saatini böylece yolda geçirdim. Bu deneyim gelir gelmez doktor bir arkadaşımı arayıp bana xanax reçetesi yaz, uçağa bineceğim dememle sonuçlandı.
Yurdum gerçeğinin yoğun versiyonu fazla geldi.

Çok sıkıldığım yolları özlemişim. Eminim siz de bu duyguyu yaşıyorsunuzdur. Bekar ve sorumlulukların zerresini taşımazken sıkıcı olan bu seyahatler yaş ilerleyip sorumluluklar boyumuzu
aştığında kafa dinlemenin alternatifiymiş. Bir şeyden kaçmanın en iyi yolu, başka bir şeye doğru koşmaktır demişler. Olgun ve aklı başında oluşumuz insan olduğumuz ve zaman zaman yorulduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Tüm sorumluluklarımızı seviyor olsak da, kendimizi özlüyormuşuz. Bizlerden sürekli bir şeyler isteyen isanlardan yoruluyoruz.  İnsan Tv karşısında yada bir konserde kendini dinleyemiyor ve dinlenemiyor. Sizi hiç kimsenin tanımadığı yerlerde tekrar birey olabiliyoruz belkide...

Ben de fark ettim ki, yolları özlemişim. Kendimi özlemişim. Anne olmadığım, arkadaş, evlat, kardeş olmadığım bir durumda var olma halini özlemişim. sonra hepsine yeniden geri dönme halini özlemişim. Gitmenin en güzel tarafı eve dönme anıdır.Bunu özlemişim. Valizinle kapıdan sıcak evine, kanepene, oğlunun özledim ama diyen söylemlerine girme anını özlemişim. Kıymet bilmenin en güzel yolu bence bunlar...
Önümüzdeki günlerde bolca kıymet bilecekmişim gibi görünüyor.

29 Kasım 2017 Çarşamba

KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ VE SAHA KOÇLUĞU

Geçenlerde saha koçluğu yaptığım ofislerden birindeki danışmanlardan güzel haberler aldım. Sanki artık arda arda bir şeyler oluyor sağol hocam lafı geldi:)) Hoca diye anılmak da ayrı bir hikaye...Hı!! bana mı dedin canım?? diyesim geliyor....
Ama bu lafı duyasıya kadar neler çektiğimi gel de bana sor... Bi sor hele...
Ofisler bizden destek istediklerinde hep aynı şeyi söyleriz.Nasıl oluyorsa bu cümlelerimiz hiç anımsanmaz. Biz geldiğimizde herkes bi delirecek, karşı çıkacaklar, sonra ofis sahibi olarak sen, bir değişim görmediğin gibi ortalık bu kadar huzursuzlandığı için pişman olacaksın... Ancak biz öngörülen süre bittiğinde gideceğiz ve sen halen bir değişim görmeyeceksin. Sonra aradan üç ila dört ay geçecek ve birden bire bazı danışmanlar kozalarından çıkacaklar...
İşte geçenlerde beni arayan danışmanlarla en son ne zaman birlikte çalışmıştık diye baktım, tam üç ay olmuş.İyi bile aslında..
Bu aslında kırmızı başlıklı kız hikayesi gibi biraz. Danışmanlar kırmızı pelerinli naif kızımız gibi sepetlerini ellerini alarak babaannelerine yani paraya doğru yola çıkarlar... Ormanda hoplaya zıplaya dünyanın en iyimser duyguları ve  görevini yapmanın rahatlığı ile mutludur... Ormanda kurtla karşılaşır, kurt istediğiniz şekle bürünebilir. Piyasa koşulları, rakip danışmanlar, sizlerle gerçek niyetlerini paylaşmayan mülk sahipleri yada alıcılar.  Malum kurt kızımıza nereye gideceğini sorar. önce kızımızın bir hedefi olması gerekiyor tabi, kurt kızdan önce gidip babaanneyi hüpletiyor bildiğiniz gibi... Kızımız klübeye vardığında bir tuhaflık sezinliyor elbette, mesele soru sormakta. Bir tuhaflık sezinlemişsek, tuhaflık vardır çünkü. Sorular başlar, ellerin neden bu kadar büyük? Neden evinizi satıyorsunuz? -Neden dişlerin bu kadar sivri?- Bu parayı nasıl değerlendireceksiniz?-Neden burnun bu kadar büyük- Sizinle beraber bu satışta kim karar veriyor? sorular sorular yaniii...
Kurt seni yemek için diye kızımızın üstüne atladığında aslında sadece evimin değerini öğrenmeye çalışıyorum yada ortağımla anlaşamadık ama ben satmayacam ayak direyecem diyen biriyle karşılaşmış olabilirsiniz...O sırada avcı elinde silahla eve girip kızı ve babaanneyi kurtarır ama danışmanın zaman ve para harcamasını engelleyecek kahraman kimdir???

Böye bir hikaye anlatınca her şey çok basit ve kısa ,gel gelelim otuzlu yaşlarına gelmiş ve çoğu zaman da bayağı geçmiş insanlara zihinlerini tersten çalıştırmaları gerektiğini anlatmak masal anlatmak kadar kolay olmuyor. Doğalarında satışçı, başarılı iş kadını yada adamı olan danışmanlar alışkanlıklarından ötürü başarıya ulaşamayıp yarı yolda pes edebiliyorlar. İnsan eğlendiği anı ve çok mutsuz olduğu zamanı anımsıyor. artık düşünce mekanizması yerleştiğinde bilinç altı kaydediyor oluyor.
Eğlendirseniz de nefret de ettirseniz orada artık bir ünlem oluyorsunuz... Reklamlar gibi.Bir reklam oynadığı anda onu almak için marketlere ve dükkanlara koşmuyoruz. Satın alma kimyasasal bir reaksiyondur çünkü. o virüs orada yerleşecek, kuluçkaya yatacak, yumurtadan çıkacak, el ve ayakları oluşacak sonra da uçacak. Danışmanın da zihninde bazı mekanizmaların oluşması böyle oluyor. Her cümle hücrelerin bir parçası olup canları kendi başlarına kaldığında sıkıldıkça kozalardan böcekler çıkıp beyni kemirmeye başlıyor...
Ama bu arada avcı kapıyı kırarak girdiği klübede genelde önce beni vuruyor .Hayır hayır kurt ben değilim, değilim. Neyse zaman hep beni mutlu çıkartıyor da içim rahatlıyor.
Koçluk yaptığım danışmanlarla kadeh kaldırdığımda vurulma tehlikesi atlatmış biri olarak arkama yaslanıp ohhh diyorum,bu sefer de yırttık...


27 Kasım 2017 Pazartesi

BİZİM EVİN LAHANAYLA İMTAHANI

Bugünlerde evdeki dolaşma modum" ne veriiim abime" modu. Kendimi o kadar kaptırdım ki bu moda aniden oğlumun oda kapısını açıp bu soruyu soruyorum....
Kendimi en son bu akşam evin içinde Boooozaaaaaaaa diye bağırırken  buldum....
Karizmamı koruyabilecek kaç şey kaldı Allllaaaamm....  acil bir rock konseri filan bulmam lazım. Senfoni filan kurtarmaz durumu.
En son kabak tatlısında bir ürktüm kendimden zaten.
Önümde beni tam manasıyla domestik mertebesinin zirvelerine taşıyabilecek bir lahana sınavı var.
Yaklaşık iki hafta önce henüz bünyeme nereden girdiği bilinmez bir virüs etkisiyle olsa gerek pazardan lahana aldım.Bak "pazar" diyorum. Lütfen es geçilmesin. Ancak lahana dediğimiz şey bir ustalık eseridir. Kapuskayı saymazsak ki, lütfen saymayalım.İncelikli mevzuu.
Durum o kadar incelikliki aldım ve dolaba koydum zatı muhteremi, üzerine kaç yemek yapıldı ama biz halen bakışıyoruz. Bu evden hamsiler, rakılar, salatalar, kadın budu köfteler geçti, bakışıyoruz. Lahanam günden güne soluyor ama ısrarla çürümüyor, küflenmiyor. Dayanacak... Çürüse filan yırtacam. Lahana dolması??? Benim prensten kırma zibidiğim yemeyecek, ve ben zaman aralığım içinde ona ayıracak kısmı bir türlü yakalayamadım. Dakikalarla yaşayan bir karekterim ben. Yaşam bana sunulurken nefes alma oranına eş değer bir koşturmaca da bahşedilmiş. " ORA ET LABORA" Dua et ve çalış yani. Lahana dolmasının yarısında gece yarısı olur zaten, sabah namazına doğru da biter. Yaptığım hesaplamalar bunu gösteriyor. Sonra birden bire bir lahana çorbası fikri verildi bana.
Çünkü bu lahana çürümüyooooooo....

Nihayet bugün lahanayı hapsedildiği yerden aldım. İkiye böldüm,hatta dilimledim de, tavuk suyunu da hazır ettim. Bu noktada durdum. Yok domsetikliğin bu mertebesine geçmeye ruhen hazır değilim.
Kedi gelip gidip bana bakıp kafa tutuyor. Tavuk suyuna kesik farkındayım. Sana yar etmeyecem ben onu. O bir lahana çorbası olacak...
İkinci haftanın sonuna doğru yerinden çıkartılıp mutfak tezgahına terfi eden lahanayı bu akşam gıcıklığına dışarda bırakacağım.Yarına kadar da pörsümekten eli ayağı yamulmazsa mecburen yapıp artık hayatımın geri kalanında ben bir domestiğim diyeceğim. Acilen bir yarış motoru alıp,kırılan kaskımın yerine yenisini koyup durumu kurtarmam gerekiyor.
Bu arada ne veriiim abimeeeeeee, bozaaaaaaaaaaaaa

15 Kasım 2017 Çarşamba

FITI FITI MAX GÜNLÜKLERİ

Bir zamanlar, ki yedi yıl olmuş, arabam uzun bir tadilat dönemine girmişti ve ben bir scooter kiralamıştım. O zamanlar mantıklı fiyatlardı ve en çok korktuklarımın ilk üç sırasında yer alan bir scooter ile yollara düşmüştüm. Bir geçiş sürecinde olan hayatıma renk getirmiş ve bir dönüm noktasını temsil etmişti o minicik iki tekerli ürkünç alet.
Aradan yılar geçti ve hayat sanırım beni bir başka dönüm noktasına ve başka bir yolculuğa hazırlıyor çünkü en çok korktuğum bu alet yine karşıma çıktı, önüme düştü ve ben onunla yollara çıkmaya  itelendim... Ekonomik sınıf araç kiralamada bir dar boğaz var bu günlerde. Ülkemin tamamı araç kiralıyor anlaşılan. Kaldım yayan, arkadaşlarımdan ikisi hızır görevi yaptılar çünkü motor kiralama fiyatlarıyla mercedes kiralanabiliyor... 
Ve bugün ilk günümüzdü. Fıtı fıtı max ağır bir arkadaş, ve ben nasıl korkuyorum anlatamam. Sabah sabah başlayacak olan koşturmacanın arasına bir de cenaze merasimi sıkıştırmak durumundayım. Çok sevdiğim ve saydığım biriydi rahmetli. Gitmemeyi düşünemem bile. 
Zar zor düştük yollara .... Orası burası tamam da, biraz tedirgin biraz titrek halletik ve ısındık birbirimize. Şimdi Fatih camiine cenazeye gitmek lazım. E-5 müthiş bir sınav. Gaza basıyorsun ama fıtı fıtı diye bir ses geliyor Max'den. Onun koşası değil, paytak paytak yürüyesi var çünkü. Fatihe gitmek sorun değil, camiyi de bulmak lazım. Yolda durup bir kaç vatandaşa sordum. Beni biraz yadırgamış olabilirler mi acaba? Sanki....
Oradan buradan döndüm ve sürpriiiizz pazar var. Bana bir yol tarif ettiler.Benden üç kat ağır bu arkadaşımla girdik bir yola ama girmeseydim ecelimden on yıl kazanacaktım. Daracık yollar ve her yerden pazar poşetleriyle birileri fırlıyor ve bu yetmiyormuş gibi dönülebilecek tüm yollar kapalı ve ben fıtı fıtı max'i taşıyorum. Camiden gittikçe uzaklaşıyorum.Daracık bir arnavut kaldırımı yolda bir minicik dükkan önü buldum. Ama az geçmiş oldum .Bir tümsek var tam arkamda, geri gelmiyor max. Ağırlığım onu geri çekmeye yetmiyor.Arkamda bir araba. Durdum, indim. Arkadaşın yanına gittim.Buradan geçmek istiyorsan bu motoru bana bu dükkanın önüne çekmen lazım dedim. Adamcağız şaşkın. Ezan okundu okunacak. Adamcağız kan ter içinde geri çekti motoru, nasıl taşıyorsun sen bunu yahu dedi. Anlatması çok uzun, sustum, Teşekkür ettim. Dükkandan kapalı bir abla çıktı. Ezan okunuyor, hay lanet olsun dedim. Lanet okuma öyle dedi. La havle vela kuvvete dedim uslu uslu. Mont ile kaskı kadının eline tutuşturup ,ablacım sen bunlara bir göz kulak olsana ben cenazeye yetişeyim dedim. Kadın bir monta bir de nü deniz kızı motifli kaska baktı, dükkana gidip onu oraya attığına eminim tövbe tövbe diyerek. Ablacım ben balıkları, ahtapotları görerek almıştım, valla deniz kızından haberim yoktu diyesim geldi ama acelem var, atma noolur bile diyemedim.
Rahatlığın farkındasınız değil mi? Bu fıtı fıtı max rahatlığı işte. Bu aletler insanın üzerinde böyle bir değişim yaratıyorlar. Koşa koşa yetiştim çok şükür ama cami büyük. Oraya buraya bakıyorum cenazeyi göremiyorum.Doğru mu geldim ki? Cübbeli, şalvarlı bir amca yürüyor, abi dedim Fatih camii burası mı? Adam  şaşkın, evet dedi. E cenaze nerede diye sordum. Adam güldü, cenazeler caminin diğer tarafında, kardeşim ne bileyim ben bekçimiyim de diyebilirdi. Hakkıdır..  O diğer taraf var ya en az 500 metre. Nasıl büyük bir camisin sen ? Koşuyorum artık yapacak bir şey yok. Şimdi mesele ben buradan geri dönüş yolunu nasıl bulacağım. Döndüğümde mont, kask ve en önemlisi fıtı fıtı max yerinde mi olacak? Kafamda deli sorular. Tanıdıklarımla selamlaşma, rahmetliye son görevimizi yerine getirme faslı. Allah gani gani rahmet eylesin. Nişan kurdelemi o kesmişti, yeri başkadır, dünya tatlısı bir adamdı... Sevdiklerimiz teker teker göçüp gidiyorlar işte. Yaşlanıyoruz yani. 
Zar zor dönüş yolunu buldum, fıtı fıtı max yerinde duruyor, abla gerçekten de atmış kaskı. içimde bir hüzün. Ablacım o benim tek kaskım.Bir de siyah vardı ama kimde nerede bilemiyorum. Yenisi gelene kadar kırmayaydık...
Ve Fatihten çıkıp E-5 üzerinden eve dönüş terletici ama başarılı bir operasyon oldu. Havalar buz kesmeden bir kaç gün daha takılırız birlikte max ile. Alışıp kaynaşırız.  Bakalım hayat bu sefer beni nasıl bir maceraya nasıl bir başlangıca sürükleyecek. Bakalım bu scooter'in misyonu neymiş?

12 Kasım 2017 Pazar

DİYECEĞİ BİR ŞEY OLDUĞU YENİ YASA TASARISI ve İNTERNET ÇAĞINDA EMLAKÇILIK...

Herşey bir köşe yazarının "internet çağında emlakçıya ne gerek var" yazısıyla başladı...

Bu da bir bakış açısı elbette...
Bundan yıllar önce Levent Remax Plaza ofisinde gayrimenkul danışmanıyım, iki beyefendi geldi oturdu karşıma. Kendilerini tanıttılar ve birer de kartvizit verdiler. Villa arıyorlardı kiralık...
Bütçe problemleri yoktu....
Biraz hoş beş ettikten sonra At yarışları için at ürettiklerini anlattılar ve en kısa zamanda alternatif evleri görmek istediklerini söylediler... İnsanları yargılamak haddimiz değil elbette, kılık kıyafete göre paranın ve imanın kimde olduğunun bilinmediği gerçeğini de baştan kabul ettik.
Ancak arkadaşların oturuşunda o hava yok. Ofise o kadar çok belli kesimden insan geliyor ki oturuştan kalkışa, el hareketlerinden bacak bacak üstüne atışa kadar pek çok şeyi okuyabiliyoruz.
Bu arkadaşlarda o oturuş yok. Ses öyle çıkmıyor. Adamlar gittiler, dayanamadım. Jokey kulübünü arayıp adları soruşturdum. Evet böyle isimlerin ,böyle atları var ve evet bu işi yapıyorlar. Telefondaki adama kişileri tarif ettim ve ofisimize gelindiğini anlattım. Adam beni birilerine bağladı, anladık ki isimler doğru kişiler yanlış. Gerçek kişi o sırada İnegölde. Bir daha da kendilerinden haber alamadık zaten.
Dayılarının sahte vekaletnamesiyle değeri yüksek binasını satmak isteyen sahte kimlikli iki gencin gelmesi gibi. Meslektaşım ısrarla tapudan dayıya ulaşıp durumu araştırmış tüm bilgiler doğru olmasına rağmen kişilerin tüm evrakları sahte yaptırdıkları ortaya çıkmıştı. Çağ internet çağı ama insan hep aynı. Belki de herşeye rağmen nitelikli insanların hayatlarımızın en önemli yatırımını güven içinde ele alması gerekmektedir. Evet bu meslek grubunda diğer meslek gruplarına rağmen daha fazla eğitimsiz kişi var. Maalesef daha fazla suistimale açık bir meslek. Kişilere biraz olsun güven veren, oturmasını kalkmasını bilen, ettiği kelama itibar edilebilen insanlar özellikle 2001 krizinden sonra bu sektöre girmeye başladı. Hiç bir itibarı olmayan bu sektör pek çok yerli ve yabancı şirketlerce itibarlı, vergisini ödeyen kişilerin oluştuğu bir forma sokulmaya çalışılınıyor yıllardır. Bunun farkında olan teknoloji şirketleri kızışan bu yarış ve ekonomideki duraksamayla birlikte oluk oluk para akıtarak yatırımlar yaptılar, ve yatırdıklarının misliyle parayı talep etmeye başladılar. En basit internet pazarlama sitesine üyeliğinin ortalamada 12.000 TL olduğu bir dönemdeyiz. Sadece bir siteye üyelik ise hiç kimseyi pazarda var edemiyor maalesef.. En küçük ofisin ortalama maliyeti 17.000 TL'nin altına düşemiyor ayda.

İnsanların ev alıp satarken ya da kiralama yaptıklarında oranların yüksekliğinden şikayet ettiklerini en iyi bu sektörün içindekiler biliyor.
Evet oranlar böyle olsun. İnsanlar gönül rahatlığı ile çıkarıp bu parayı aracılık hizmeti veren kişiye ödesinler. O halde pazarlama maliyetlerinin onda bir'e düşmesi sağlanıp, gelir vergisi oranlarının sektöre göre düzenlemesi gerekecek herhalde. O da verilirse elbette. Kaç şirket bunu verecek? Bu tür ofislerden stopaj alınmayacak herhalde...? En iyi gayrimenkul danışmanı yılda ortalama dokuz ay iş yapabilmektedir. Her yer Ulus, Etiler değil, her yerde bir kiralama bedeli 3000-5000 TL'den başlamıyor. Bu halde insanlar bir de paylaşımlı yani diğer meslektaşlarıyla yardımlaşarak iş yaparken bir birlerine çelme takmaya çalışacaklar. Evin pazarlama değerlerinin üzerine danışman kafasına göre bir marj koyacak muhtemelen. Kurumsal firmalar üniversite mezunu danışmanları eğitip pazara sokasıya kadar zaten sistem böyle yürüyordu. Ben bu sektöre 2005 yılında girdiğimde bazı kişilerin bir daire satışından aldığı hizmet bedelinin yanı sıra yüz bin lira en az para kazandığına bilakis şahit oldum. Yerse? Yiyordu da... On denemeden dokuzunda da yiyecek. Belki içlerinden birinin şansı yaver gitmeyecek.
Ofisler izbe yerlede tutulacak . Ofis açma sermayesine sahip olmayan danışman ne yapacak, ortağını mı kazıklayacak ? Franchise alan ofis sahibi nasıl kalkacak tüm masrafların altından???
O zaman en başa dönülecek. Kapı önünde oturup tavla oynayan, ayakkabılarının arkasına basarak dolaşan bir kitle türeyecek yine...Berber dükkanından ev göstermeye uzayan serüvene hoş geldik. Yani Araplara satış yaparken daire fiyatının üzerine en az yüzde on fiyat koyan ofisler muhtemelen bundan etkilenmeyecekle?  Memleketi toptan Araplara satmayacaksak bizleri büyük bir değişim bekliyor.
Evet oranlar bunlara düşsün. Hiç itirazım yok. Makul olan ve insanların baştan kabul ettikleri oranlar zaten bunlar. Ama o halde geri kalan her şeyi de değiştirelim ki telefon açtığınızda size düzgün bilgi veren, armut gösterip elma satmaya çalışmayan, sahte evrakla dairenizi elinizden almaya çalışan insanlara engel olabilecek birikime sahip  insanlarla çalışabilin.
Bu tasarı bu şekliyle çıkarsa çok insanın canı yanacak gibi görünüyor. Ve bunların büyük bir kısmı bu işi yapan insanlar olmayacak bence.


30 Ekim 2017 Pazartesi

PSİKOLOG MUYUZ,PSİKOPAT MIYIZ,GAYRİMENKUL DANIŞMANI MIYIZ?

Aslında sanırım hepsiyiz.....
Bizim işimizin en kolay kısmı anahtarla kapıyı açıp müşterimizi içeri davet ettiğimiz andır.... Sanırım tek kolay kısmı da bu?!!!
Dünya tatlısı insanlarla tanışıp ömürlük ahbaplıkar da kurabiliyoruz ama genelde hayat böyle ilerlemiyor... Burası İstanbul ve İstanbulun en zor bölgesi. Yurt dışından gelen yöneticiler, konsolos çalışanları, parası çok olduğu için kendi ülkesinden kaçan çeşitli insan grubu, yurdum insanı, vs,vs,vs.
Eh ülke öyle bir hal aldı ki kimsenin kimseye güveni yok. Ağızdan çıkan lafın hükmü yok. Daire ve iş yeri sahipleri müşterilere, müşterilerin düzenli ödeme yapabileceklerine inanmıyor, müşteriler de günümüz koşullarında daire yada ofislerin bu fiyattan el değiştireceğine inanmıyor. Olmayacak daireler olmayacak fiyatlara el değiştirirken, hiç beklenmedik tekliflerin kabul edildiğini görüyoruz. Kimse doğrunun ne olduğunu bilmez bir halde...Ve sanırım cümleten kızgınız...Herkesi sakinleştirmek bize düşüyor.  Bu durumun içinde halden anlayanı, anlamayanı, ikna olanı, olur gibi görünüp asla olmayanı var. Mesleğin kendi etiketi "yalan" olunca ettiğimiz kelamlar istediği kadar ağır olsun, hükmü yok...
Son kararım işimiz "sakin kalmak"... Ortağımın deyimiyle teflonlanmak...
Azerbeycan dan gelen bir çift ile bir işlem gerçekleştirdim. Son sinir krizimizi geçen hafta yaşadık... İşlemi bir ay önce yaptık ama??? Beyefendinin nişanlısı türlü gelgitlerin ardından bir dairede karar kıldı ama bu arada daireye bir şirket talip oldu. Mülk sahibi de doğal olarak başka müşterim var stopajı da ödüyorlar dedi. İşimiz gereği dönüp müşterimize bilgi verdim. Oysa kadıncağız iki gün önce karar verebilmiş olsaydı hiç böyle bir durumla karşılaşmayacaktı. Başka yer bakalım dedim. Hayır hanımefendi ısrarlı. Ancak dedim bu durumda stopajı sizin ödemeniz gerekecek. O nedir dedi bilmediğinden ve haklı olarak bilmediğinden. Kira bedelinin yaklaşık 20%'si. Aylık kira bedeline ilaveten hesaplanır ve  her üç ayda topluca bir ödenir. Olsun dedi. Emin misiniz diye sordum? Fiyat oldukça artıyor. Kadın kararlı. Buluştuk tekrar. Tekrar uyardım, daire size oldukça pahalıya geliyor, nişanlınızla konuşun isterseniz, nayır, konuşulmuş... Ivır zıvırlar ,evraklar, eşyalar halledildi. Kontrat imzalandı, stopaj kiraya yedirildi şahsa kiraya verildiği için... Tam son para transferi yapılacak kadın deli gibi beni arıyor... Ben bir eğitimdeyim. Açamıyorum ama telefonda sadece kadının adı görünüyor. Bıraktım eğitimi, buyrun, kusura bakmayın açamadım dedim. Kadın çıldırmış bir şekilde bağırıyor... Sakince dinliyorum. İçimde zerre kadar bir sinirlenme hissetmiyorum. Baktım kadınla konuşsam da dinleyemeyecek kadar sinirli, nişanlınızla görüşebilir miyim dedim. Kontrat imzalanması aşamasında görüşmüştük beyefendiyle. Daha sakin bir yapısı vardı. Aldı nişanlısı telefonu, Allahım o da nefes almadan konuşuyor... Konumuz artan kira bedeli. Ben sizi iki dakikaya arayacağım deyip telefonu kapattım. İçimden ona kadar saydım. Yavaşça saydım itiraf ediyorum. Bu arada arka planda mülk sahibinin mali müşaviri arıyor. O da delirmiş, soluksuz söyleniyor. Ondan habersiz mülk sahibi arkadan çağrı olarak geliyor. Çok sinirli. Dışarı çıkmıştım, hava güneşliydi. herkese iki dakika sonra sizi arayacağım dedim. Kendime bir kaldırım buldum, oturdum... Derin bir nefes aldım. Gökyüzüne baktım. Neyseki yaptığım her işi yazılı yapıyorum... Herkes bi sakinleşsin konuşacağım....
Önce Nişanlı beyefendiyi aradım. Tarihleriyle soru cevap olarak geçirdiğimiz basamakları sordum ve yanıtladı. Cevapları verirken sakinleşti ve durumu yanlış anladığını anladı. Zaten o anlayınca diğer iki kişinin kaygısı kalmadı. Oldukça iyi bir bedele dairelerini kiraya veriyorlardı.

Ama ,bu tatlıya bağlanma uzun sürmedi . Aradan bir ay geçti, çiftimiz daireye taşındı, talep ettikleri eksiklikler tamamlandı. Site yönetimine sordum var mı sıkıntı diye?? Yok uyumlular dedi. Adamın iki zırhlı aracı dört koruması varmış. Ama hiç sesleri çıkmıyormuş. Site kurallarına uyumlu ve saygılılarmış. Eh iyi bari dedim... Ama mutluluğum uzun sürmedi elbette... Bir akşam üstü hanımefendi beni arıyor ama ben konuşmaktayım. Çok da dünya şekeri bir kadın bu arada. Güler yüzlü sıcak kanlı , sevimli.... Arkadan çağrısı görünüyor ve durmuyor. Konuşmam bitince geri aradım. Ayarlar yine bozulmuş kadında. Aynı stopaj bedeline geri dönmüşüz. Nefes almadan konuştu, arkadan mali müşavir ve diğer taraftan da mülk sahibi arıyor.   Gökyüzüne baktım, yemin ederim baktım ve yardım bekledim. Kadına itiraz ettim iç güdüsel olarak. İçimden bir ses sürekli tartışma diyordu oysa. Aniden itirazlarımı susturdum. Ben sizi arayacağım dedim. Bu arada diğerleriyle konuştum. Hani çizgi film karakterinin aklında bulutlar oluşur ve orada başka çizgi film karakterleri şeytan kılığında belirip dururlar ya. Hani bir melek bir de şeytan omuzlarda ortaya çıkarlar. Kafamın üstünde bir GODZİLLA oraya buraya pençe atıyor... Arkadan nişanlı hanım aralıksız çaldırıyor telefonu. Gülümseyerek açtım. Sürpriz!! Beyefendi telefonda... Anlayamadığım bir şeklde çok sinirli ve kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyor. Olay benden bir ay önce çıkmış oysa. Yağ gibi sıyrılabilirim bu olaydan aslında. Yağ olup akasım gelmediyse ne olayım??! Anlatmaya çalıştım ama o da fırsatını bulmuş aslında cingözlük yapacak. baktım dert anlatamayacağım ama o bana iki cümleyle derdini söyledi. "BEN SİZİ TANIRIM" Doğru mu duydum??? Kulaklarım on misliyle büyüdü, ahizeden karşıya geçti geldi. İki zırhlı aracı, dört koruması olan bir kişi " sizi tanırım " dediyse durum çok parlak değildir. Ruhum koşarak benden kaçtı gitti, guuuffyyy nin kolları gibi uzanıp çektim kendisini. İçimde halen sinir belirtisi hissetmiyor oluşumu şoka girmiş olmama bağlıyorum. Araya girmezsem bu iş ya mezarda ya nezarette biter... Ortalamada bir ben ,resti görür ve ortamı fena halde tırmandırır günlük hayatta. Sadece inat olsun diye ve damarıma basıldığı için bile yapabilirim. Kendimi tanıyorum.
Bence bu kadar sinirlenmenize gerek yok dedim sakince ve sesim hiç titremeden. Sanırım başlangıçta yazılı olarak konuştuklarımızı unutmuşsunuz ancak ben sizin için bir kez daha mülk sahibiyle konuşurum. Bana biraz zaman verin dedim.
Elbette durumu tatlıya bağladım. Sonra oturup bacak bacak üstüne atıp bir kahve ve bir sigara içtim.
İşimiz "sakin kalmak" diye söylendim kendi kendime.... Bir insanın bu işi yapması için, kendine bunu yapması için kendine meydan okuyan bir psikopat olması aynı zamanda karşı tarafa bir psikolog olması gerekiyor. Zaman zaman aşırı sakin ve sabırlı ve zaman zaman da kestirip atan ama günün sonunda el sıkışarak olayları çözen üçüncü tür dediğimiz bir şeye dönüşmek gerekiyor. Sermaye koymadığımız bir işten para kazanıyoruz, vadeli çeklerle uğraşmıyoruz. Bütün sermayemiz çözüm getirebilme yeteneğimiz ve insanlarla kurduğumuz diyalogların niteliği... Eh her işin bir zorluğu vardır. Gülü seven dikenine katlanır derler. Ama ilginç bir iş vesselam... Saçma bir şekilde seviyorum....

26 Ekim 2017 Perşembe

13... YIL KUTLAMALARI

Bugün oğlumun doğum günü....Tam onüç yıl oldu....Hepiniz yada büyük bir kısmınız zaten bu duyguyu biliyorsunuz... İçinde güneşi taşıma ve ormanda bin kaplan olma halini yani Anne olma halini...
O kendi doğum gününü, ben onun var olmasını ama en çok sanırım Anne oluşumu kutluyorum bu günde...
Narsist, egosantrik kişilik bozukluğu diyebilirsiniz olayı kendime çevirdiğim için. Yapabileceğim bir şey yok, ben böyleyim... Her açıdan görmeyi, ince görmeyi seviyorum. Ve illaki kendime kutlayacak bir şey bulmayı seviyorum.

Normal, akıllı uslu bir kadın için olağan görülen kendinden verme hali benim için bir devrim niteliğindeydi.  Bizim sülalenin tamamında bir geç büyüme hastalığı var. Normal seyrin on yıl gerisinden geliriz. Annem hariç!!. Bence o yetişkin olarak doğdu... Ben daha çok rahmetli dedeme çekmişim. Coşkunun hayat bulmuş hali ve elbette yan etkileriyle birlikte... Adamın genlerinin tamamını almışım:))
İşte hal böyle olunca dağlara tırmanan, ralli yarışlarına katılan, ailesiyle sabah kahvaltı ettikten sonra akşamına dünyanın diğer ucundan arayan bir insan hali olmaktan bahsediyoruz. Çok uğraştılar benimle çookkk. O kadar sadece kendi merkezinde yaşayan bir insandım ki biz buna bencil diyoruz, herkesi şaşkına çevirdim, annem şampanyaya aş erdiğinde beni aldırmalıydı!!
Eşimle bile bir arkadaş grubuna DJ'lik yapmak için giderken tanıştım, o akıllı uslu kapısının önünü temizliyordu ve hep bana otuz sekizine gel de gör bakalım bu amuda kalkar halin kalacak mı derdi, kırk altısında artık amuda kalkmıyorum:))
Oğlum doğduğunda ona baktım ve hoş geldin birader dedim, çok eğleneceğiz... Ama asıl şoku etrafımdakiler yaşadı... Gıkını bile çıkarmadan gak deyince yerinden kalkan, onu her gece aynı saatte yıkayan bir anneye dönüşmüştüm. Allahım büyüyecek galiba umutları doğdu.

Gerçekten ben mi oğlumu büyüttüm, oğlum mu beni büyüttü bilemiyorum ama değiştirdirdiği kesin. Yüzüme şaşı bakan bir bebekten, ben dün akşam teker teker her hamlede her yerimi yakar bir insan haline gelince suratıma bakıp," Anne odana git, ışıkları kapat ve sabaha kadar kimseyle konuşma, yoksa tüm ev yanacak" diye espri yapan bir adama dönüştü.
Her dakkasını o hoplama zıplama halinden, bu hoplama zıplama haline çeviren bir kadından, akşamları koynunda çocuk uyutan bir kadına çeviren oğlumu dünya kutluyor, bana beni büyütmek için gönderildiğine inanıyorum ve çok da işe yarıyor. Altmışlarına doğru tam büyümüş olacağımı hesapladık geçenlerde....
Annem tüm gençlik yıllarımda bana olan öfkesini "senin çocuğun da senin gibi olsun" diyerek geçirdi. Olmadı.. Çok aklı başında, evcimen, sakin bir çocuk oldu çok şükür. İtiraf etmeliyim ki annemi daha çok anlıyorum. Canından çıkardığın can için kaygılanmak, korkmak ve hep güvende olması için sabahlara kadar uyumama halini anlıyorum. Oğlumun arkadaşlarıyla ilk sinemaya gittiği akşam anladım.
Son on yılda aldığım her karar, attığım her adım, dünyanın altını üstüne getiren tüm kavgalarım, tüm radikal değişimlerim, bana zarar veren tüm insanlara olan öfkelerimin büyüklüğü, tüm dünyaya direnişim sadece onun için oldu. Ve sanırım hep de öyle olacak.
Beni böylesi büyüten, değiştiren, hayatı tamamen başka bir perspektiften görmemi sağlayan oğluma varlığı, her gülüşü, her bana yaşattığı duygu için teşekkür ediyorum. O doğdu ve şimdi artık yavaş yavaş kendi hayatını yaşamaya doğru yol almaya başlayacak. Tahminen ergenliği ile birlikte beni epey bir zorlayacak ve ben annemi daha çok anar olacağım. Hepiniz gibi yani.
Beni dünyanın en deli kadınından bir anneye çeviren oğluma varlığı için minnetarım. Nice güzel yaşlara oğluşum...




Yolları Özlemek...

Acayip yaşlar bunlar... Toy değilsin, yaşlı değilsin, olgunsun ama olmayasın var. Olmama ihtimalin yok. Arafın köprüden önceki son çıkışı g...